• Vazgeç
    Filtrele
Filtrele

MÜZELİK ve KOLEKSİYONLUK ESERLER MÜZAYEDESİ | 24

  • Kategori: Hat
Lot: 19 » Hat

HAFIZ OSMAN (1642-1698)

“Hilye-i Şerife”

Ketebeli. Hicri 1089 tarihli. Sertifikalı. Sülüs ve nesih hattı ile yazılmış. Klasik tezhipli, altın cetvelli, zerefşanlı. Baş makamında Besmele-i Şerif, göbek bölümünde 10 satır Hz.Muhammed‘in dış görünüşünü Hazret-i Ali‘den rivayetle anlatan metin, göbek bölümünün köşelerinde “Çihâr Yâr” isimleri (dört halife Hz.Ebubekir, Hz.Ömer, Hz.Osman ve Hz.Ali), etek bölümünde ise 3 satır hilye metni ve ketebe yazılmıştır. Türk Hat Sanatı’nın en özel ve kıymetli eserleri olan Hilye-i Şerife’ler hem hattatı hem de müzehhibi için şeref duyma vesilesi, sahip olan için ise büyük zenginlik ve kıymettir. Tarihte levha halindeki ilk Hilye-i Şerife’nin Hafız Osman eliyle yazıldığı kabul edilmektedir. Türk Hat Sanatı’nın paha biçilmez müzelik bir başyapıtıdır.

Referans: Türk Hattatları, Şevket RADO / Sayfa:109

Ölçüler: 54 x 42 cm.

Hat sanatında Hz.Muhammed’in görünüşünü, hal ve hareketlerini anlatan tasarımsal metinler olan Hilye-i Şerife’lerin ortaya çıkmasını sağlayan en önemli unsurlardan biri Hz.Muhammed’in "Ya Ali, hilyemi yaz ki vasıflarımı görmek, beni görmek gibidir!" mealindeki hadistir. Hilye levhalarının yazılması ve bezenmesi sadece Osmanlı Türkleri’ne has olup diğer İslâm ülkelerinde bu tarz bir uygulamaya rastlanmaz. Hilye metninin ilk kısmının yer aldığı göbek güneşe benzetilir. Onu kuşatan hilâl formu, Hicret-i Nebeviyye’nin sembolü olan ve İslâm takviminde esas alınan ayı temsil eder. İnanışa göre Resûl-i Ekrem’in bu âlemi nuruyla aydınlattığı için güneş ve aya benzetildiğinden hilyenin göbek kısmında güneş, bunu çepeçevre saran bölümde ise hilâl şekli oluşturulmuştur. Hilyenin klasik kompozisyonda ilk kez hüsn-i hattın önde gelen isimlerinden Hafız Osman (1642-1698) eliyle levha şeklinde yazıldığı kabul edilmektedir. Önemli bir hususta, Hilye-i Şerife’lerin evlerde bulundurulması konusudur, bu geçmiş zaman İstanbul’unun dinî folklorunda göze çarpan bir özelliktir. Herhangi bir dini dayanağı olmasa da Hilye-i Şerife’lerin bulunduğu eve huzur, bereket, saadet getireceğine, orayı afetlerden, felaketlerden, yangından, salgın hastalıklardan ve musibetlerden koruyacağına inanılmıştır.

Detaylar
Lot: 20 » Hat

KAZASKER MUSTAFA İZZET EFENDİ (1801-1876)

“Zerendut Levha”

Ketebeli. Hicri 1279 tarihli. Zerendut tekniğiyle tatbik edilmiş. Tezhipli, altın cetvelli. İstifli hat ile “Men lehü aklün Selimun yektadi bilmustafa / Aklı selim sahibi Muhammet Mustafa’ya tabi olur” yazmakta. Fevkalade kondisyonda. Yüksek kıymette ele geçmez gerçek koleksiyonluk eserdir.

Referans: Türk Hattatları, Şevket RADO / Sayfa:216

Ölçüler: 66 x 36 cm.

Kazasker Mustafa İzzed Efendi 1801’de Tosya’da doğdu. Babası Bostanoğulları ailesinden Seyyid Mustafa Ağa’dır. Kādiriyye tarikatının Rûmiyye kolunun pîri İsmâil Rûmî’nin torunlarından olan annesi, daha küçüklüğünde yetim kalan oğlunun istidadını sezerek onu tahsil için İstanbul’a gönderdi. Annesinin akrabası bir müderrisin yardımıyla Fatih’teki Başkurşunlu Medresesi’nde tahsiline başlayan Mustafa İzzet bu dönemde Kömürcüzâde Hâfız Mehmed Efendi’den dinî mûsiki dersleri aldı. II. Mahmud’un musâhiblerinden olan Kömürcüzâde padişahın, Bahçekapı’daki Hidâyet Camii’ne 22 Temmuz 1814 Cuma günü selâmlık merasimi için gelişinde talebesi Mustafa’ya evvelden meşkettiği bir na‘t-ı şerifi okuttu. II. Mahmud, henüz on üç yaşındaki bu çocuğun sesini ve tavrını beğenerek yanına çağırtıp takdirlerini bildirdi ve eğitimine itina gösterilmesini istedi. Doğrudan doğruya Enderûn-ı Hümâyun’a kabulü mümkün olmadığından Silâhdar Ahmedpaşazâde Ali Paşa’nın dairesinde yetiştirilmesine karar verildi. Burada gördüğü sıkı bir eğitimin yanı sıra hüsn-i hat ve mûsiki dersleri aldı. Üç yıl sonunda Ali Paşa’nın dairesinden Galata Sarayı’na nakledildi. Mustafa İzzet 1820’de Enderûn-ı Hümâyun’a kabul edildi. Sarayda Hamâmîzâde İsmâil Dede Efendi’den Şâkir Ağa’ya kadar devrin en büyük mûsiki üstatlarıyla beraber bulundu. Sermüezzinlik vazifesinin dışında sesi ve neyi ile huzur fasıllarına iştirak etti. Enderûn-ı Hümâyun’da Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’den ta‘lik hattını meşkedip icâzet aldı. Sarayda kayıt altına girmekten hoşlanmayan ve sanatkâr ruhu gitgide bunalan Mustafa İzzet, sûfiyâne bir ömür sürmeyi arzuladığından asker zâbitliği vazifesiyle saraydan ayrılmak istedi. Ancak kendisine olan teveccühü bilindiği için hiç kimse bunu padişaha arzetme cesaretini gösteremedi. Bunun üzerine Mustafa İzzet hacca gitmek için izin talep etti. 1831 yılında mürşidi Nakşibendî şeyhi Kayserili Ali Efendi ve hocası Kömürcüzâde Hâfız Mehmed Efendi ile beraber hac yolculuğuna çıktı. Haccı eda ettikten sonra Nakşibendî-Müceddidî şeyhi Abdullah ed-Dihlevî’nin halifelerinden Şeyh Mehmed Can Efendi’den feyiz almak için bir müddet daha Mekke’de oturdu, yedi ay kadar da Mısır’da kaldı. İstanbul’a gelince Mahmud Paşa Hamamı civarında bir ev satın alarak saray çevresinden uzakta sûfiyâne bir hayat yaşamaya başladı. 1261 (1845) yılı başında bir cuma günü Eyüp Sultan Camii’ne giderek Mustafa İzzet’in hutbesini dinleyen Sultan Abdülmecid onu kendisine ikinci imam tayin etti. 1846’da Selânik, Mekke ve İstanbul pâyeleri, 1849’da önce Anadolu, aynı yıl padişahın birinci imamlığına getirildiğinde Rumeli kazaskerliği pâyeleri verildi. Ertesi yıl şehzadelerin yazı muallimliğine ve Veliaht Abdülaziz Efendi’nin müzakereciliğine tayin edildi. 1849’da hocası Yesârîzâde’nin vefatı üzerine onun Bebek’teki yalısını satın alarak burada ikamet etmeye başladı. 1853’te padişahın imamlığından ayrılan Mustafa İzzet aynı yıl Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye âzalığına, 1857’de fiilen Rumeli kazaskerliğine getirildi. Müddeti dolduğunda ayrılmak suretiyle 1868’de dördüncü defa ve son olarak aynı vazifeye tayin edildi. 1860’ta kendisine reîsülulemâlık rütbesi tevcih edildi. Aynı yıl ayrıca nakîbüleşraflık makamına tayin olundu. Kazaskerlikten ayrıldığı devrelerde yeniden Meclis-i Vâlâ’ya ve iki defa Meclis-i Hâss-ı Vükelâ’ya seçildi. Nesih hattıyla basıma uygun olarak yazdığı harflerin hakkâk Ohannes Mühendisyan tarafından 1866’da kalıpları hazırlanmış, harf inkılâbına kadar Osmanlı matbaacılığında bu harfler tercih edilmiştir.

Detaylar
Lot: 23 » Hat

MEHMED ZEKİ DEDE (1821-1881)

“Tercümetü’l-Mevâkib”

19.Yüzyıl. Osmanlı. Sultan Abdülmecid Han dönemi. Üsküdar Mevlevîhânesi Şeyhi “Mehmed Zeki Dede el-Mevlevi” ketebeli 3 cilt Kur’an tefsiri. Müstesna eserler “Kitapların velisi Mustafa Fazıl Paşa Kütüphanesi’nden” ibareli. Saray ciltli, üst seviye tezhipli, altın cetvelli, altın duraklı. Aharlı kâğıt üzerine is ve surh mürekkebi ile yazılmış. Fevkalade kondisyonda. Hiçbir müze ve koleksiyonda emsaline rastlanılmamış, Türk Hat Sanatı’nın zirve eserlerinden, yüksek kıymette ele geçmez müzelik şaheserlerdir.

Provenans: Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın torunu (Prens) Mustafa Fazıl Paşa Koleksiyonu

Mustafa Fazıl Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nda Vezirlik, Tanzimat Meclisi Üyeliği, Maliye Nazırlığı ve Maarif Nazırlığı yapmıştır. Jön Türkler’in hamisi ve başkanıdır.

Referans: Türk Hattatları, Şevket RADO / Sayfa:226

Ölçüler: 32.5 x 20.5 cm. (her biri)

Mehmet Zeki Dede, 1821’de Bursa’da doğdu. Cami imamlığında, Mahkeme-i Şer’iye Katipliğinde bulundu. Bu arada Bursa Mevlevihanesi Şeyhi Mehmed Dede’ye intişap edip çilesini de çıkararak Mevlevi dedesi oldu. Hat sanatına da ilgi duyan üstad Türkiye’de yaşayan İranlı hattat Sahib-kalem-i Efşar’dan talik hattını meşketti, birçok kitap ve levha yazdı. Başta Mesnevi olmak üzere birçok eser yazdı ve okudu. Fetvehanede de Talik muallimi idi.  Sadrazam Yusuf Kamil Paşa’nın kütüphanesinde memur oldu. 1874’te Üsküdar Mevlevihanesi’ne şeyh olarak tayin edildi. Üsküdar Mevlevihanesi şeyhliğinde yedi sene hizmette bulunan Zeki Dede 1881’de vefat etti.

Mevlevilik büyük ve ünlü Sufi tarikatlarından biridir. Adını kurucusu Sultan Veled'in babası ve tarikatın ilkelerini oluşturan Mevlâna Celaleddin Rumi'den alır. Hâsılı Mevlânâ’nın tasavvufu, sırf mistik ve idealist bir tasavvuf olmayıp mahdut varlıktan, ferdiyetten ve ferdi ihtiraslardan tamamıyla sıyrılmak ve halka, topluluğa yayılmak suretiyle tecelli eden ve sosyal hayatta hudutsuz bir sevgi, insani bir görüş ve mutlak bir birlik halinde, moral sahadaysa herkesin kendisini, bir kâmile uymak suretiyle ıslahı ve umumî olarak hayra, güzele ve iyiye doğru bir gidiş, insani bir terbiye halinde tezahür eden ve böylece de realitede ameli karaktere sahip olan bir tasavvuftur.

Detaylar
önceki
Sayfaya Git: / 1
sonraki